28.06.2008

Şanlıurfa

ŞANLIURFA'NIN TARİHİ

Mezopotamya’nın en eski yerleşim merkezlerinden biri olan Şanlıurf, su kaynaklarına yakın olması ve ticaret yolları üzerinde bulunmasından dolayı, tarih boyunca stratejik bir öneme sahip olmuştur. Kent tarihinin Neolotik (Yontmataş) döneme kadar uzandığı bilinmektedir. Merkeze bağlı Örencik Köyü sınırları içinde yer alan Göbeklitepe’de yapılan kazılarda, M.Ö. 11.500‘lü yıllara ait yerleşim bölgelerine rastlanmıştır.



Sümer, Akkad uygarlıklarına tanık olan Şanlıurfa ve çevresi Hurri-Mitanni, Hitit, Arami, Asur, Pers, Makedonya, Roma ve Bizans gibi uygarlıkların egemenlikleri altında kalmıştır. M.Ö. 331’de Büyük İskender’in istilasıyla birlikte Helen Kültürü ile tanışmış; daha sonra Seleukoslar, Edessa Krallığı ve Roma İmparatorluğu arasında el değiştirmiştir. Uzun yıllar Roma hakimiyetinde kalan Kent, Halife Hz. Ömer zamanında Bizanslılardan alınarak Arap ve İslam topraklarına katılmıştır.

1094 yılında Selçuklu hakimiyetine giren Şanlıurfa, sırasıyla; Latin Haçlı Kontluğu, Eyyübi, Memluk, Türkmen Aşiretleri, Timur Devleti, Akkoyunlular, Dulkadir Beyliği, Safaviler’den sonra Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı topraklarına katılmıştır.



Şanlıurfa’nın bilinen en eski ismi Aramiler tarafından verilen Urhay idi. M.Ö. 3. yüzyılda, Makedonya Kralı İskender Anadoluya girince, Güneydoğu Anadolu ve Urfa Makedonların eline geçti. Büyük İskender suları bol olan Urfa’yı Makedonya’daki Edessa şehrine benzeterek Urfa’ya “suları bol” anlamına gelen Edessa ismini vermiştir. Urfa adının kaynağına ilişkin bir çok savdan hemen hiçbiri kesinlik kazanmamıştır. Urhai, Ruha, Orhe, Orhai gibi farklı adlar sonunda Urfa’ya dönüşmüştür.

1919 yılında İngilizlerin daha sonra da Fransızların işgaline uğrayan Urfa, 11 Nisan 1920’de işgalden kurtarılmıştır. 1924 yılında il olan Urfa, 1984 yılında TBMM tarafından çıkarılan 3020 Sayılı Yasa ile Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda gösterdiği kahramanlık nedeniyle, “Şanlı” unvanını almıştır.



ŞANLIURFA'NIN DÜNYA İNANÇ TURİZMİNDEKİ YER

Şanlıurfa tarihte dünya kültür ve medeniyetinin merkezi kabul edilen ve arkeoloji literatüründe "Bereketli Hilal" olarak adlandırılan bölge üzerinde yer almaktadır. Arkeolojik kazılardan elde edilen buluntular, şehir merkezindeki Balıklıgöl civarının günümüz­den 11.000 yıl önce Neolitik Çağ insanları tarafın­dan iskan edildiğini kanıtlamıştır. Bu çağ, Anadolu'da mimarlık sanatının başlangıcı sayıl­maktadır.
Mimarlık tarihi bu kadar eskilere dayanan Şanlıurfa, günümüzde de mimari eserlerinin zen­ginliği bakımından Anadolu'nun önde gelen illeri arasında yer almakta ve bu özelliğinden dolayı "Müze Şehir" adıyla tanınmaktadır.
Şanlıurfa, dinler tarihi ve inanç turizmi yönüyle de dünya kültüründe önemli bir yere sahiptir. İl merkezi yakınındaki Göbekli Tepe'de yapılan arke­olojik kazılarda, ilkel dinlere ait olan ve günümüz­den 11.000 yıl öncesine tarihlenen dünyanın en eski tapınakları bulunmuş ve Şanlıurfa'nın inanan insan­ların dünyadaki en eski merkezi olduğu anla­şılmıştır.
İlkel dinlerin dünyada bilinen en eski merkezi Şanlıurfa, çok tanrılı (politeist) dinler ile tek tanrılı (monoteist) dinlerin de önemli merkezlerinden bi­ridir.
Assur ve Babil dönemlerinde; Ay, güneş ve ge­zegenlerin kutsal sayıldığı politeist bir din olan Paganizm'in baştanrısı "Sin"in mabedi Harran'da bulunuyor ve Soğmatar bu dinin önemli bir mer­kezi şehri sayılıyordu.
Musevi, Hıristiyan ve İslâm dinleri peygamberlerinin atası olan Hz. İbrahim (A.S.) Şanlıurfa'da doğmuş, Nemrut ve Halkının taptığı putlarla mücadele ettiği için burada ateşe atılmıştır. Lut Peygamber, amcası Hz. İbrahim'in ateşe atılmasını görmüş ve daha sonra Şanlıurfa'dan Sodom'a doğru yola çıkmıştır. İbrahim Peygamber'in torunu ve İsrailoğullarının atası Yakub Peygamber Harran'da evlenmiş, Eyyub Peygamber Şanlıurfa'da hastalık çekmiş ve Şanlıurfa'da vefat etmiştir. Hz. Eyyub'u arayan Elyasa' Peygamber O'nun yaşadığı Eyyub Nebi Köyü'ne kadar gelmiş, ancak kendisini göre­meden orada vefat etmiştir. Şuayb Peygamber, Harran'a 37 km. mesafedeki Şuayb Şehri'nde ya­şamış, Musa Peygamber, Şuayb Şehri yakınındaki Soğmatar'da Şuayb Peygamberle buluşmuştur. İsa Peygamber, Şanlıurfa'yı kutsadığına dair bir mektubunu ve yüzünü sildiği mendile çı­kan mûcizevi portresini Urfa Kralı Abgar Ukkama'ya göndermiş, Hıristiyanlık devlet dini olarak dünyada ilk defa bu dönemde Şanlıurfa'da kabul görmüştür. Bütün bu peygamberlerin Urfa ile ilgisinin bulunması nedeni ile Urfa'nın bir adı da "Peygamberler Şehri"dir.
Bütün bunlardan, Şanlıurfa'nın dinler tarihi ve inanç turizmi yönünden Mekke ve Kudüs'ten sonra dünyanın önemli inanç merkezlerinden biri olduğu anlaşılmaktadır.


İLKEL DİNLER VE ŞANLIURFA








İl merkezi yakınlarındaki Göbekli Tepe'de yapılan arkeolojik kazılarda günümüzden 13.500 yıl öncesine tarihlenen Cilalı Taş Devri (Neolitik Çağ)'nin Akeramik evresi insanlarına ait dünyanın en eski tapınakları bulunmuştur.
Göbekli Tepe insanlarının tapındıkları boğa, aslan, kurt, domuz, turna kuşu, ördek ve yılan başta olmak üzere çeşitli hayvan kabartmalarının olduğu "T" biçimli taş steller 2000-2001 kazıla­rında ortaya çıkartılmıştır. Kazılar halen devam etmektedir.
Neolitik Çağ'ın M.Ö. 8000-8500 evresine ait ikinci bir tapınak yeri Tektek Dağları mevkiinde yeralan Karahantepe (Keçilitepe)'de keşfedilmiş ve burada yapılan yüzey araştırma­sında toprağa gömülü, ancak başları görülebilen çok sayıda stel tespit edilmiş, bunlardan birinin üzerinde Cinsiyet Tanrısı'nı sembolize eden bir yı­lan figürüne rastlanılmıştır.
Göbekli Tepe ve Karahantepe tapınakları dı­şında, Hilvan İlçesi'ne bağlı Nevali Çori'de yapılan arkeolojik kazılarda Neolitik Çağ'ın M.Ö. 7000 ev­resine bağlanan kare planlı bir tapınak ve içerisinde stilize insan figürlü iki stel bulunmuştur.
Şanlıurfa bölgesinde yapılan bir çok arkeolojik kazıda Kalkolitik Çağ ve Eski Tunç Çağı halklarının tapındıkları şematik tanrı heykelciklerine (idol) rastlanmıştır. Bozova İlçesi'ne bağlı Titriş Höyük nekropolünde ortaya çıkartılan ve insan şeklinde tanrıları tasvir eden çok sayıda keman tipi idol Şanlıurfa Müzesi'nde sergilenmektedir.


ÇOK TANRILI DİNLER VE ŞANLIURFA
İlkel dinlerin dünyada bilinen eski merkezi Şanlıurfa, çok tanrılı dinlerin de dünyadaki önemli merkezlerinden biridir. Ay, güneş ve gezegenlerin kutsal sayıldığı eski Mezopotamya'daki Assur ve Babilliler'in politeist (çoktanrılı) inancına dayanan paganizm'in önemli merkez şehirleri Harran ve Soğmatar Şanlıurfa ili sınırları içerisindedir.
Harran ve Paganizm
Babiller döneminde "ilu sa ilani" (tanrıların tan­rısı), "sar ilani" (tanrıların kralı) ve "bel ilani" (tanrıların efendisi - rabbi) olarak adlandırılan ay tanrısı "Sin", paganistlerin en büyük tanrısı olma özelliğini asırlar boyu devam ettirmiş ve Romalılar döneminde "marelaha" olarak adlandırılmıştır.
M.Ö. 2000 başlarına ait Kültepe ve Mari tablet­lerinde Harran'daki Sin mabedinde bir antlaşma imza edildiğine dair bilgiler bulunmaktadır. Yine M.Ö. II. binin ortalarına ait Hitit tabletlerinde, Hititlerle Mitanniler arasında yapılan bir antlaş­maya Harran'daki ay tanrısı Sin'in ve Güneş Tanrısı Şamas'ın şahit tutulduğu belirtilmektedir. 1950 yı­lında Harran'da yapılan arkeolojik kazılarda bulu­nan ve Babil kralı Nabonid dönemine (M.Ö. V. yy.) tarihlenen tanrı Sin ve Şamas'ı temsil eden çivi ya­zılı steller Şanlıurfa Müzesi'nde sergilenmektedir.
Soğmatar ve Paganizm
sogmatarSoğmatar şehri; ay, güneş ve gezegenlerin kutsal sayıldığı Pagan dininin ve bu dinin baştanrısı Marelahe'nin (tanrıların efendisi) merkezidir. Marelahe'yi temsil eden açık hava mabedi "Kutsal Tepe" Soğmatar'ın odak noktasını teşkil etmektedir. Bu Tepe'nin zirvesinde kaya yüzeyine oyulmuş ve M.S. 164-165'lere tarihlenen Süryânice yazılar, bazı önemli kişilerin Marelahe adına bu tepeye diktir­dikleri anıt sütunlar ve sunaklarla ilgilidir.
Tepenin kuzeye bakan yamacındaki kabartma portrenin Ay Tanrısı Sin, boydan tasvir edilmiş in­san kabartması­nın ise Tanrı Ma'na şerefine aynı ta­rihlerde yapıldığı yanlarındaki Süryânice kitabeler­den anlaşılmaktadır.
Kutsal Tepe'nin batısında, kuzeyinde ve kuzey batısındaki tepelerde yer alan 7 adet yapı kalıntısı Güneş, Ay, Satürn, Jüpiter, Mars, Venüs ve Merkür tanrılarının temsil etmektedir.


TEK TANRILI DİNLER (SEMAVİ DİNLER) VE ŞANLIURFA
Şanlıurfa’da yaşadığı kabul edilen peygamberlerden dolayı bu şehir "Peygamberler Şehri" ve "Kutsanmış Şehir" adla­rıyla tanınmaktadır.



ŞANLIURFA'DAKİ HIRİSTİYAN YAPILARI


Hıristiyanlığın devlet dini olarak dünyada ilk kabul gördüğü yer olan Şanlıurfa'da dünyanın en görkemli kiliseleri inşa edilmiş, ancak bunlardan V. yüzyıla ait olanların bir kısmının kalıntıları günü­müze ulaşabilmiştir.
Deyr Yakub (Yakub Manastırı)
İl merkezindeki Eyyub Peygamber makamının 4 km. batısında bulunan Deyr Yakub, halk arasında "Nemrud'un Tahtı" ya da "Cin Değirmeni" olarak anılmaktadır. Buradaki yüksek bir dağın tepesinde M.Ö. I. yüzyılda (putperest dönem) Edessa Kralı Abgar Manu'nun oğlu Aryu'nun aile fertleri için inşa edilmiş anıt mezar kalıntıları yer almaktadır. Bazı kaynaklarda manastır olarak adlandırılan, doğu batı istikametinde dikdörtgen planlı iki katlı büyük yapı kalıntısının zemin katının doğu kesimi üç katlı anıt mezardır. Edessa krallarının yattığı tahmin edilen ve esas girişi zemin kattan olan me­zar odası; kuzey, güney ve doğuda kemerli birer arkosoliumdan oluşmaktadır.
Bu tapınağın M.S. V. yüzyılda kerametleri ve kehânetleri ile ünlü olan ve Suruç Episkoposluğuna kadar yükselmiş bulunan Suruçlu Aziz Yakub za­mamında (M.S. 451-521) manastır olarak kullanıl­dığı ve bundan ötürü Deyr Yakub (Yakub Manastırı) olarak anıldığı tahmin edilmektedir.
Ayrıca halk arasında Yakub Peygamber'in bu­rada kaldığına ve Deyr Yakub adının bundan do­layı verildiğine inanılmaktadır.
Tella (Viranşehir) Martyrionu
Bizans dönemi Hıristiyanlık yapılarının Şanlıurfa bölgesindeki en büyük örneklerinden olan oktogonal (sekizgen) planlı bu yapının 34.5x32 m. çapındaki kubbesinin bazalt taşından örülmüş sekiz paye üzerine oturduğu mevcut kalıntılardan anla­şılmaktadır. Yüzyılımızın başlarında sekiz payesi­nin tamamı ayakta olan bu yapının günümüze sa­dece bir payesi gelebilmiştir.
Büyük bir nekropolün ortasına inşa edildiği an­laşılan bu yapının önemli bir aziz için Martyrion (şehitlik) olarak IV.-V. yüzyıllar arasında inşa edilmiş olabileceği tahmin edilmektedir.
Aziz Petrus ve Aziz Paulus Kilisesi
Şehrin Ellisekiz Meydanı yakınındadır. VI. Yüzyıla ait bir kilise kalıntılarının üzerine 1861 yı­lında inşa edilmiştir. Kilise, Hz. İsa'nın iki havarisi­nin anısına inşa edildiğinden onların ismini taşır.
Bu tarihi yapı, Urfalı Süryâniler'in 1924 yılında Halep'e göç edişlerine kadar, kilise ve okul olarak kullanılmıştır.
İç mekâna giriş kapısı üzerindeki Süryânice inşa kitabesinin tercümesi şöyledir:
"Bütün dünya sana tapar, diz çöker ve her dil adına şükreder. Salih kişilerin girdikleri Allah'ın evi olan bu kutsal Aziz Petrus ve Aziz Paulus Kilisesi, Patrik II. Yakub ve Metropolit Mar Gregorius David döneminde, mü'min Süryâni-Yakubi halkının yardımıyla 2112 Yunan ş yılında inşa edildi. Rab, katkısı olan herkesi mükafatlandırsın."
1924 yılında Tekel İdaresi'ne verilen kilise, Tütün İşleme Fabrikasına dönüştürülmüş, sonraki yıllarda şaraplık üzüm deposu olarak kullanılmış­tır. Yapı, Tekel kelimesinin Fransızca karşılığı olan Regie (Reji)'den dolayı "Reji Kilisesi" olarak adlan­dırılmıştır. Kilisenin 1998 yılındaki kısmi restoras­yonu sırasında bahçesinden ve duvarlarından çı­kartılan Süryânice yazıtlı 7-8 adet mezar taşı Urfa Müzesi'nde sergilenmektedir.

Aziz Stefanos Kilisesi
Bu kilise, miladi 435 veya 436'da ölen Piskopos Rabbula tarafından eski bir Sinagog'dan dönüştü­rülmüştür. Kırmızı renkteki mermer sütunlarının çokluğu nedeniyle "Kızıl Kilise" olarak adlandırılan bu yapının yerine Zengiler döneminde 1170-1175 tarihlerinde bugünkü Ulu Cami inşa edilmiş, kili­senin çan kulesi minare olarak değerlendirilmiştir.
Aziz Stefanos Kilisesi'nin avlu duvarları, Yıldız Meydanı ve Karanlık Kapı Sokağı'na açılan avlu kapıları, cami avlusundaki bazı sütun ve sütun baş­lıkları günümüze kadar ulaşmıştır.








Rahibeler Kilisesi (Rahibeler Evi)
Ellisekiz Meydanı, Şeyh Safvet Tekkesi'nin do­ğusundaki çıkmaz sokak içersinde yer alan bu ki­lise, plan itibariyle avlulu bir Urfa evini andırır. 1883 yılında Urfa'ya gelen Fransisken rahibeleri (gezici misyoner rahibeler) için hem ev, hem de ki­lise olarak inşa edilmiştir.
Çardak Manastırı
Deyr Yakub'un kuş uçuşu 1 km. kuzeybatısın­daki dağlar üzerinde kalıntıları bulunan bu manas­tırın, V. yüzyılda inzivaya çekilen keşişler için yap­tırıldığı tahmin edilmektedir. Manastırın çevresinde çok sayıda sarnıçlar bulunmakta, ayrıca çok sayıda kaya mezarı yer almaktadır.
Norhut Kilisesi
Halfeti ilçesi Norhut Köyü'ndeki bu kilise V. yüzyıl Bizans eseri olup, üç nefli bazilikal planlıdır. Çatısı yıkılmış olup harap bir durumdadır.
Diğer Kiliseler
Şanlıurfa il merkezinde Aziz Petrus-Aziz Paulus Kilisesi ve Rahibeler Kilisesi'nden başka; Aziz Havariler Kilisesi (Fırfırlı Kilise), Aziz George Kilisesi ve Büyük Kilise olmak üzere Osmanlı dö­neminden kalma 3 kilise daha günümüze ulaşmış­tır. Bunlardan Aziz Havariler Kilisesi Fırfırlı Camii'ne, Aziz George Kilisesi Circis Peygamber Camii'ne ve Büyük Kilise Selahaddin Eyyûbi Camii'ni dönüştürülmüştür.



ANADOLUNUN EN ÖNEMLİ TURİZM GÜZERGÂHLARINDAN
ŞANLIURFA TURİZM YOLU VE BU BÖLGEDEKİ ÖREN YERLERİ
CABİR EL-ENSAR CAMİİ VE TÜRBESİ

Harran'ın 20 km. kuzeyindeki Cabir el-Ensar (Yardımcı) Köyünde Cabir b. Abdullah'a (Cabir el-Ensar) atfedilen bir türbe (meşhed) ve yanında yine O'nun adını taşıyan bir cami bulunmaktadır. Mihrap duvarı boyunca üç kubbe ile örtülü olan caminin doğusuna dördüncü bir kubbeli mekânla türbe eklenmiştir.








607) yılında Medine'de doğduğu, 697 yılında yine Medine'de vefat ettiğ kaynaklarda kayıtlıdır. Peygamber Efendimiz ile birlikte bir çok savaşa katılan, Hz. Peygamberin vefatından sonra Şam'ın fethinde bulunduğu bilinen Cabir b. Abdullah'ın, Hz. Ömer zamanında Harran ve Urfa'nın fethine katıldığı ve İmam Bakır hazretleri gibi şehit düşen bir uzvunun gömüldüğü yere bu türbenin (meşhed) ve caminin yapıldığı söylenmektedir.
İmam Bakır türbe ve camiinin orijinal şeklinin bozulmuş olmasına karşın Cabir el-Ensar türbe ve camii orijinal şeklini muhafaza etmekte olup 1992 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğünce restore etti­rilmiştir.

İMAM BAKIR CAMİİ VE TÜRBESİ




Harran'ın 3 km. kuzey doğusundaki İmam Bakır Köyü'nde, 12 İmam'dan beşincisi olan Ebu Cafer İmam Muhammed Bakır'a atfedilen bir türbe ve yanında yine O'nun adını taşıyan bir cami bulun­maktadır.
Anne ve baba tarafından Hz. Fatıma'nın (r.a.) to­runu olan, ilim, irfan ve takvasıyla herkesin saygı­sını kazanan, geniş bilgisinden dolayı "Bakır" laka­bıyla anılan Ebu Cafer İmam Muhammed h. 57 (m. 676) senesinde Medine'de doğmuştur. H. 103 (m. 721) senesinde Hamime'de vefat edince, naşı Medine-i Münevvere'ye getirilerek Cennet-ül Baki Mezarlığı'na defnedilmiştir.
Hz. Ömer zamanında Urfa ve Harran'ın fethine katılan (miladi 639) Ebu Cafer İmam Muhammed'in şehit düşen parmağının buraya gömülerek üzerine türbenin (meşhed) yapıldığı ve köye "İmam Bakır" adı verildiği söylenilmektedir. Türbenin batısına bi­tişik bir de cami bulunmaktadır. Kitabesi bulunma­yan her iki yapı son yıllarda betonarme bir şekilde genişletilerek orijinalliğini kaybetmiştir.

HARRAN


Şanlıurfa'nın 44 km. güney doğusunda bulunan ve her yıl binlerce yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edilen tarihi kent Harran, kendi adıyla anı­lan ovanın merkezinde kurulmuştur.
Tevrat'ta da "Haran" olarak geçen yerin burası ol­duğu söylenir. İslâm tarihçileri kentin kuruluşunu Nuh Peygamber'in torunlarından Kaynan'a veya İbrahim Peygamber'in kardeşi "Aran"a (Haran) bağ­larlar. XIII. yüzyıl tarihçilerinden İbn-i Şeddat, Hz. İbrahim'in Filistine gitmeden önce bu şehirde otur­duğunu, bu nedenle Harran'a Hz. İbrahim'in şehri de denildiğini, Harran'da İbrahim Peygamber'in evinin, adını taşıyan bir mescidin, O'nun otururken yaslandığı bir taşın var olduğunu yazmaktadır.
Harran, Kuzey Mezopotamya'dan gelerek batı ve kuzey batıya bağlanan önemli ticaret yollarının kesiştiği bir noktada bulunmaktadır. Bu özelliğinden dolayı Harran, Anadolu ile sıkı ticaret ilişkileri bulunan Assurlu tüccarların önemli uğrak yerlerinden biri idi. Anadolu'dan Mezopotamya'ya, Mezopotamya'dan Anadolu'ya olan ticaret akışının binlerce yıl Harran üzerinden yapılmış olması bu tarihi kentte zengin bir kültür bikiminin oluşmasına neden olmuştur.
Harran; Ay, Güneş ve gezegenlerin kutsal sayıl­dığı eski Mezopotamya'daki Assur ve Babillerin politeist inancına dayanan Paganistliğin (Putperestlik) önemli merkezlerinden olması yö­nüyle de ünlü idi. Bu nedenledir ki Harran'da Astronomi ilmi çok ilerlemiştir.
Dünyadaki üç büyük felsefe ekolünden birisi "Harran Ekolü"dür. İlkçağdan beri varlığı bilinen Harran Üniversitesi'nde dünyaca ünlü birçok bil­gin yetişmiştir.
Emevi hükümdârlarından II. Mervan 744 yılında Harran'ı Emevi Devleti'nin başkenti yapmıştır. Emevilerin Asya bölümü 750 yılında Abbâsilere yenilerek Harran'da sona ermiştir. Abbâsi hüküm­dârı Harun Reşit zamanında "Harran Üniversitesi" dünyada büyük bir ün kazanmıştır.
Bugün Cüllab ve Deysan ırmakları kurumuş ol­duğundan Harran sudan ve yeşilden mahrum bir ovanın ortasında 5000 yıllık tarihi ile ayakta dur­maktadır. Tipik evleri, höyügü, kalesi, şehir surları ve çeşitli mimari kalıntıları ile turistlerin büyük il­gisini çekmektedir. Atatürk Barajı ve Urfa Tünelleri vasıtasıyla Harran Ovası'na akıtılan Fırat Nehri, Harran'ı tarihteki yeşil ve verimli günlerine tekrar kavuşturmuştur.
Harran'daki Mimari Eserler
I. Yazılı kaynaklarda geçen mimari eserler
Çeşitli kaynaklardan anlaşıldığına göre, Hz. Ömer zamanında İyaz b. Ğanem tarafından 640 yılında fethedilen Harran'da ilk islami eserler inşa edilmeye başlanmıştır. Emevi başkentliği yaptığı dönemde (744-750 II. Mervan zamanı) imar faaliyet­leri hızlanarak şehir mimari eserlerle donatılmıştır. Mervan, 10 milyon dirhem harcayarak Harran'a bir hükümdâr sarayı yaptırmış, Cami el-Firdevs'i (Cennet Camii-Ulu Cami) yeniletmiş ve su kanalları açarak tarımı geliştirmiştir. İmâdeddin Zengi'nin 1127 tarihinde Harran'ı almasından sonra, Zengi'nin oğlu Nureddin Mahmûd ve Selahaddin Eyyûbi zamanlarında şehirde medrese, hastane, çarşı, hamam gibi çok sayıda mimari eserin inşa edildiği, miladi 1175 depreminde zarar gören yapı­lar ile Ulu Cami'nin restorasyonunun yapıldığı yine çeşitli kaynaklarda kayıtlıdır.
Onyedinci yüzyılın ortalarında (1650 yılları) Harran'ın harap haline yetişen ünlü seyyah Evliya Çelebi burasını, "Şehir harap, evler toprak olup ka­lesinde insanoğlu kalmamıştır. Ancak kargir cami­leri, han ve hamamları kalıp diğer harap evler içe­risinde çöl arapları kışlamaktadır" cümleleriyle an­latmaktadır.


II. Harran kazılarında bulunan ve günümüzde ayakta olan mimari eserler
Parlak bir tarih ve ilim geçmişine sahip olan Harran, tarih boyunca bir çok devletin hâkimiye­tine girdiğinden kültürlerin kaynaştığı bir kent ol­muş ve zengin mimari eserlerle donatılmıştır. Ancak, hiç bir zaman Bizans ve Haçlı hâkimiyetine girmeyen Harran'da bu devletlere ait eserler yer almamıştır.
Kentin ortasında yer alan höyükte ve sur içer­sindeki harabelerde Sin Mabedi ve üniversite dahil en eski mimari eserlerin temel kalıntıları yer almak­tadır. Harran'ın zengin mimarisinden sadece surlar, iç kale, Ulu Cami, Şeyh Hayat el-Harrânî türbe ve camii ile konik kubbeli evler günümüze kadar ge­lebilmiştir. Harran Höyüğü: Şehrin ortasında yer alan 22 m. yüksekliğindeki höyükoldukça geniş bir alana yayılmıştır. M.Ö. III. binden M.S. XIII. yüzyıla kadar kesintisiz olarak is­kan edilen Harran Höyüğü, içersinde çeşitli devir­lere ait mimari kalıntıları ve bölgenin tarihini gün ışığına çıkartacak belgeleri barındırmaktadır.













Sin Mabedi: Babil dönemineait ünlü Sin Mabedi Harran'da inşa edildiği bilinen en eski anıtsal eserdir. M. Ö. 2000 başlarına ait Kültepe ve Mari tabletlerinde Harran'daki Sin (Ay Tanrısı) Mabedi'nde bir ant­laşma imza edildiğine dair bilgiler bulunmaktadır. Yine M. Ö. II. bininin ortalarına ait Hitit tabletle­rinde, Hititlerle Mitanniler arasında yapılan bir antlaşmaya Harran'daki Ay Tanrısı Sin'in ve Güneş Tanrısı Şamas'ın şahit tutulduğu belirtilmektedir.
Yeri kesin olarak tespit edilemeyen Sin Mabedi'nin, höyükte, iç kalede ya da Ulu Camii'nin yerinde olduğu konusunda değişik fikirler ileri sü­rülmektedir. Bunlardan İbn-i Şeddad, bu mabedin Ulu Cami'nin yerinde olduğunu, Harran'ın 640 yı­lında İyâd b. Ğanem tarafından fethedilmesiyle bu mabedin camiye dönüştürüldüğünü, Paganistlere kendi mabedlerini yapmaları için başka bir yer ve­rildiğini söylemektedir.
Harran Üniversitesi: İlk Çağ'dan beri varlığı bilinen ve miladi 718-913 tarihleri arasında (İslâmi dönem) bilim ve sanatta doruk noktaya ulaşan Harran Okulu'nun (Üniversite) İslâm öncesi ve İslâmi dönemdeki yeri, bugünkü kalıntılar arasında tespit edilememiştir.
Tarihi Harran Üniversitesi'nin kuruluşu hak­kında elimizde yeterli kaynak bulunmamaktadır.

Harran Şehir Surları: Elips şeklindeki Harran şehri, bazı kaynaklara göre 8, bazı kaynaklara göre 6 adet kapısı, 187 adet burcu olan, kesme taşlardan inşa edilmiş müstah­kem bir sur ile çevrilmiştir. Surların dışında yer alan ve günümüzde toprakla dolmuş olan hendeğin eskiden su ile dolu olduğu bilinmektedir. Şehrin güney-doğu köşesinde kesintiye uğrayan surların yerini İçkale tamamlamaktadır. Harran surları gü­nümüzde yer yer yıkılmış olmasına rağmen çepe­çevre izlenebilmektedir. Kapılardan sadece Halep Kapısı ayaktadır.

Harran Kalesi: Şehrin güney doğusunda yer alan İçkale, surla­rın o kesimdeki parçasını oluşturmaktadır.








Harran Ulu Cami: Harran höyüğünün kuzey doğu eteğinde yer alan Ulu Cami, Anadolu'nun ilk anıtsal camii, ilk revaklı avlulu ve şadırvanlı camii, en zengin taş süslemeli camii olma gibi daha bir çok önemli özel­liklere sahiptir. Çeşitli kaynaklarda "Cami el-Firdevs (Cennet Camii) veya "Cuma Camii" adla­rıyla geçmektedir.

Şeyh Yahya Hayat El-Harrani (Hayat b. Kays-Hayat b. Abdülaziz) türbesi ve camii

Şeyh Yahya Hayat el-Harrânî, XII. yüzyılda Harran'da yaşamış ve 1185 tarihinde burada vefat etmiş büyük bir İslâm alimi ve mutasavvufudur.
XVII. yüzyılın ortalarında Harran'ı ziyaret eden Evliya Çelebi, Şeyh Hayat'ın türbesinden şu şekilde bahsetmektedir. "Şeyh Yahya (Hayat) ziyaret yeri Harran dibindedir. Kutupluğa ayak basmış ulu sul­tandır. Harran Kalesi'nin yanında çöl tarafında bü­yük bir kubbe içinde medfundur. Çöl Arapları bu sultana son derece bağlıdırlar. Hatta Araplar ara­sında mühim bir mesele için yemin ettirmek icap etse ta Basra, Lahsa, Umman, Cezayir, Kurna'dan gelip bu sultanın üzerine "Yahya Hayati'nin başı için" deyip duvara el sürse Allah'a yemin etmiş gibi sayarlar. Bu sultana Yahya Hayati demelerinin aslı, bir seccade üzerinde tahiyatta ve hayatta oturur gibi oturduğundandır."
Hayat el- Harrani hazretleri ölümünden sonra da tasarrufu devam eden 4 büyük evliyadan biri olarak kabul edilmektedir.
Şeyh Hayat'ın türbesi ve bunun güneyine bitişik olan camisi, Harran şehir surlarının kuzey batı dı­şarısındaki mezarlık alanındadır. Türbe ve caminin günümüze kadar önemli değişiklikler geçirdiği du­var ve payelerdeki izlerden anlaşılmaktadır.
Cami ve türbe 1999-2001 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce restore edilmiştir.
Harran'ın Tarihi Mezarlığı: Harran'da biri surların batı dışarısında Şeyh Hayat'ın türbesinin bulunduğu yerde, diğeri surla­rın doğu dışarısında olmak üzere iki mezarlık bu­lunmaktadır. Bunlardan Şeyh Hayat'ın türbesinin bulunduğu mezarlıkta süslemeli şahideler dikkat çekmektedir. Harran'ın tarihteki esas İslâm mezar­lığı surların doğu dışarısında yer almaktadır. Ancak, bu mezarlık tamamen kaybolmuş, sanat de­ğeri olan, süslemeli ve kitabeli şahideler toprak al­tında kalmıştır.
Geleneksel Harran Evleri: Harran'ın en çok ilgi çeken yanı, bindirme tek­niğinde yapılmış, külah biçimindeki konik kubbeli evleridir.
1979 yılında arkeolojik ve kentsel sit alanı olarak tescil edilen ve kubbe evleri korumaya alınan Harran'da, ören yerinden malzeme toplanması, her çeşit inşaat yapılması, kanal açılması yasaklanmış­tır. O tarihlerde 960 adet kubbe sayılan Harran'da bu sayı dondurulmuştur.
Bölge iklimine uyumlu, yazın serin, kışın sıcak olan kubbeli Harran evlerinde, tavukların daha çok yumurtladığı, at gibi bazı hayvanların daha uysal olduğu, kuru soğanların çabuk filizlendiği köylüler tarafından söylenmektedir.
Bu evlerden bir örnek 1999 yılında Harran Kaymakamı İbrahim Halil Akşit'in gayretleriyle restore edilerek "Kültür Evi" fonksiyonuna kavuş­turulmuş ve turizmin hizmetine sunulmuştur.
Ayrıca Kültür Bakanlığı, restore etmek ve kültü­rel fonksiyon vermek üzere bu evlerden 4 adedini satın almıştır



ÇOBAN MAĞARALARI


Harran-Han-el Ba'rür yolunun 14. km.'sinde, yo­lun sağ tarafında, bir sıra halinde, yapıları kuzeye bakan 10 adet mağara bulunmaktadır. Yaklaşık 3x3 m. genişliğinde olan ve "arcosolium"ları bulunan bu mağaraların kaya mezarı olarak Roma devrinde yapıldığı tahmin edilmektedir. Ancak çevrede yer­leşme yerinin bulunmayışı, bunların Tektek Dağları'ndaki çobanlar için barınak olarak yaptırıl­mış olabileceğini de akla getirmektedir.


BAZDA MAĞARALARI


Harran-Han el-Ba'rür yolunun 15. ve 16. km.'lerinde, yolun solunda ve sağındaki dağlarda tarihi taş ocakları bulunmaktadır. Bunlardan 16. km.'de yolun sağındaki köy içersinde "Bazda", "Albazdu", "Elbazde" ya da "Bozdağ" Mağaraları adıyla anılan iki taş ocağı görülmeye değer özellik­ler taşımaktadır. Çevredeki Harran, Şuayb Şehri ve Han el-Ba'rür yapıları için yüzlerce sene taş alın­ması neticesinde her iki mağarada çok sayıda mey­dan, tünel ve galeriler meydana gelmiştir. Bunlardan büyük olanı, yer yer iki katlı bir şekilde oyulmuş ve yükseklikleri 10-15 metreye va­ran ayaklar bırakılarak ortada meydanlar oluştu­rulmuştur. Ayrıca uzun galeri ve tünellerle dağın çeşitli yönlerine doğru çıkışlar sağlanmıştır.
Çok geniş bir alana yayılan dağın dış cephele­rinde taş kesilmesi nedeniyle büyük oyuklar mey­dana gelmiştir. Anadolu'nun belki de en büyük, en gizemli ve gezilmeye değer bu tarihi taş ocağının belli bölümlerinin 1250 yılında "Abdurrahman el-Hakkâri", "Muhammed İbni Bakır", "Muhammed el-‘Uzzar" gibi şahıslar tarafından işletildiği, kayalara yazılmış Arapça kitabelerden anlaşılmaktadır.


HAN EL-BA'RUR KERVANSARAYI
Harran’ın 20 km. doğusundaki bu kervansarayın bulunduğu yer bugün Göktaş Köyü adıyla anılmaktadır.

Tamamı 65x66 metrekarelik bir alan üzerine inşa edilmiş olan kervansarayın kuzey cephesindeki portal kitabesinde h. 626 (m. 1228-1229) tarihinde el-Hac Hüsameddin Ali Bey tarafından yaptırıldığı yazılıdır.
Tektek Dağları olarak anılan dağlık bölgede Harran-Bağdat yolu güzergâhında bulunan kervansaray, giriş kapısı, köşe kuleleri, payanda kuleler, mescid (1993’de restore edilip kullanıma açılmıştır), hamam, yazlık ve kışlık bölümleri ile Anadolu Selçuklu kervansaraylarının tüm özelliklerini taşır.
Bu kervansarayın ismi olan “Ba’rur” kelimesi Arapça’da “keçi pisliği” anlamındadır. Rivâyete göre, hanı yaptıran kişi, burayı kuru üzümle doldurmuş ve “Benden sonra gelenler burayı keçi pisliği ile dolduracaklardır.” demiştir. Gerçekten de bugün kervansaray uzun yıllar ahır olarak kullanıldığı için hayvan gübresi ile dolmuştur.
Eyyûbiler dönemine ait bu kervansarayın portal ve mescid dışındaki büyük bölümü harabe durumdadır.

ŞUAYB ŞEHRİ HARABELERİ


Harran'dan Han el-Ba'rür Kervansarayı'na ula­şan şose yol, kuzey doğuya doğru devamla 10 km. sonra Harran ilçesine bağlı Özkent Köyü adıyla anılan tarihi Şuayb Şehri harabelerine varmaktadır. Bu kentteki mevcut mimari kalın­tıların Roma devrine ait olduğu tahmin edilmekte­dir. Oldukça geniş bir alana yayılan bu tarihi kentin etrafı, yer yer izleri görülen surlarla çevrilidir. Kent merkezinde çok sayıdaki kaya mezarı üzerine kesme taşlardan yapılar inşa edilmiştir. Tamamı yıkılmış olan bu yapıların bazı duvar ve temel ka­lıntıları günümüze kadar gelebilmiştir.

Halk arasında Şuayb Peygamber'in bu kentte yaşadığına ve kentin adını Şuayb Peygamber'den aldığına inanılmaktadır. Kalıntılar arasındaki bir mağara Şuayb Peygamber'in Makamı olarak ziyaret edilmektedir.



SOĞMATAR HARABELERİ

Şuayb Şehri'nden kuzeye doğru devam eden şose yol 16 km. sonra tarihi Soğmatar kenti harabe­lerine ulaşmaktadır. Bu tarihi kent, merkez Yardımcı (Sumatar) nahiyesine bağlı Yağmurlu Köyü içersinde yer almaktadır.
Hz. Musa'nın burada çiftçilik yaptığına ve köy içersindeki kuyulardan birinin Hz. Musa'nın mûci­zevi asası tarafından açıldığına inanılmaktadır.
Köyün ortasında yer alan höyük, Soğmatar'ın milattan önceki çağlara uzanan tarihini gün ışığına çıkartacak belgeleri içersinde barındırmaktadır. Tepedeki duvar ve burç kalıntıları höyüğün M.S. II. yüzyılda kale olarak kullanıldığını kanıtlamaktadır.
Soğmatar tarihteki esas ününü; ay, güneş ve ge­zegenlerin kutsal sayıldığı Assur ve Babillilerin poli­teist inancından gelen Pagan (putperest) dinin ve bu dinin baştanrısı (tanrıların efendisi) "Mar alahe" (Marelahe)'nin merkezi olmasından almaktadır. Marelahe'yi temsil eden açık hava mabedi, Soğmatar'daki kalıntıların odak noktasını teşkil et­mektedir.




POGNON (Ponyon) MAĞARASI
Yüzyılımızın başlarında Fransa'nın Bağdat Konsolosu H.Pognon'un keşfederek yazılarını oku­duğu bu mağara, kalenin 250 m. kadar kuzeybatı­sındadır. Giriş ağzı doğuya bakan bu mağaranın güney, kuzey ve batı duvarlarında, tanrıları tasvir eden tam boy insan rölyefleri ve aralarında Süryânice yazılar bulunmaktadır. Bu kabartmalar­dan birinin başı üzerinde Ay Tanrısı Sin'i sembolize eden "Hilal" kabartması dikkat çekmektedir.




KARAHİSAR
Soğmatar'ın 13 km. kuzeyindeki bu tarihi yer­leşmede, kale olarak kullanılan bir tepe ve bunun doğusundaki kayalık tepelerde M.S. V. yüzyıla ta­rihlenebilen kaya mezarları ve sarnıçlar bulunmak­tadır.




MEHEMEDEY HAN
Soğmatar'ın 30 km. kuzeyinde, Urfa-Mardin ka­rayolunun 50. km.sindeki Dağyanı Köyü'nde, Romalılara ait olduğu sanılan ve "Mehemedey Han" (Mehmed'in Hanı) adıyla anılan büyük bir "Hayrat" yer almaktadır.
SENEMIĞAR (Senem Mağara-Sanem Mağara)
Soğmatar'ın 11 km. kuzeyinde yer alan Büyük Senem Mığar Köyü'ndeki mevcut mimari kalıntılar ve kayadan oyma yapılar, burasının Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarında önemli bir merkez olduğunu gös­termektedir.
Köy içersindeki tepe üzerinde yer alan, kesme taşlardan yapılmış üç katlı anıtsal yapının bir ma­nastır ya da saray kalıntısı olduğu tahmin edilmek­tedir.
11 km. güneydeki Soğmatar'ın M.Ö. 400-M.S. 200 yılları arasında Paganistlerin merkezi olmasına karşın, Senem Mığara'nın bölgedeki Hıristiyan Süryânilerin önemli merkezlerinden biri olduğu anlaşılmaktadır. Zira, Soğmatar'da tanrısal gücü ol­duğuna inanılan gök cisimlerinin heykelleri yerine, Senem Mağara'da Hıristiyanlığın sembolü haç mo­tiflerine yer verilmiştir.




BETİK
Soğmatar'ın 7 km. kuzey doğusu, Senem Mağara'nın 4 km. güneydoğusundaki Betik (Güzel) Köyü'nde kesme taşlardan inşa edilmiş 8x4 m. bo­yutunda anıtsal bir yapı yer almaktadır. Bu yapının Harran Ulu Camii ile aynı dönemde (744-750 Emevi dönemi) inşa edilmiş küçük bir mescid olabileceği fikrini akla getirmek­tedir.
Yapının üzeri sahınlar üzerine kuzey güney yö­nünde yerleştirilmiş büyük taş lentolarla örtülmüş­tür.




ÇATALAT (ÇATLAR)
Soğmatar'ın 16 km. güneydoğusunda, Viranşehir'e bağlı Çatalat köyünde, V. yüzyıl Roma döneminden kalma yapı kalıntıları bulunmaktadır. Bu kalıntı­lardan birisi yaklaşık 2 m. eninde, 4 m. yüksekliğinde kemerli bir kapıdır. Diğer kalıntı ise büyük bir ya­pının köşe duvarlarına aittir.




KASR-ÜL BENAT (KIZLAR SARAYI)
Soğmatar'ın 17 km. kuzeydoğusunda, Betik'in 10 km. doğusundadır. Soğmatar'daki Süryânice yazıtlı Kutsal Tepe'nin bir benzeri Kasr-ül Benat'ta bulunmaktadır. Köyün kuzeyindeki bu kayalık tepede 10'dan fazla Süryânice yazıtın bulunması, burayı "Yazıtlı Tepe" olarak adlandırmamıza sebep olmuştur.
"Yazıtlı Tepe'nin güney kesiminde ve köyün do­ğusundaki kayalık yamaçta, mağaralar ve kaya me­zarları yer almaktadır. Bunlardan en büyüğü ve işçi­likli olanı "Yazıtlı Tepe"nin güney yamacındaki 8 arkosoliumlu kaya mezarıdır.
Kasr-ül Benat yapılarını, IV. yüzyıl son­larına tarihlemek mümkündür.




ÇİMDİN KALE
Soğmatar'ın 50 km. kuzeydoğusundaki bu tarihi kaleye Soğmatar'dan ulaşılabileceği gibi, Urfa-Mardin karayolunun 61. km.'sinden güneye sapan şose yol ile 9. km. sonra ulaşmak mümkündür.
Çimdinkale'nin; 1182-1239 yılları arasında böl­geyi ellerinde tutan Eyyûbiler zamanında savunma ve konaklama amaçlı "Ribat" olarak inşa edildiği tahmin edilmektedir. Şanlıurfa kalesi gibi dört ta­rafı kayadan oyma derin savunma hendeğiyle çev­rili Çimdin Kale'nin üzerinde çeşitli yapı kalıntıları ve bir su ku­yusu yer almaktadır.




EYYUP NEBİ KÖYÜ PEYGAMBER MEZARLARI (TÜRBELERİ)
Urfa-Mardin karayolu'nun 85. km.sinden ku­zeye sapan asfalt yolun 16. km.sindeki Eyyup Nebi Köyü'nde Eyyup Peygamber, Eyyup Peygamber'in hanımı Rahime Hatun ve Elyesa‘ Peygamber'in me­zarları bulunmaktadır. Bu köyün 400 yıldan beri Eyyup Nebi Köyü adıyla anıldığı vakfiyesinden an­laşılmaktadır.
Eyyup Nebi Köyü'ndeki peygamber türbeleri yüzyıllardan beri kutsal günlerde ve bayramlarda, yöredeki binlerce kişi tarafından ziyaret edilmekte­dir. Bu önemli inanç merkezinde, son yıllarda Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Okutmanlarından Mehmet Oymak'ın danışmanlı­ğında, Turizm Bakanlığı ve Şanlıurfa Valiliği'nce geniş ölçekli bir çevre düzenlemesi ve türbe resto­rasyonları gerçekleştirilmiş; her üç türbe arasında yaya yollarıyla bağlantı sağlanarak türbeler alanı ihata duvarlarıyla köy yerleşmesinden ayrılmış ve ağaçlandırılmıştır. Eyyup Peygamber türbesinin batı yakınında bulunan ve O'nun otururken yas­landığına inanılan büyük bazalt taş, bu proje içer­sinde korumaya alınmıştır.
Eyyup Peygamber Türbesi

Şanlıurfa'ya 100 km. mesafede, Viranşehir ilçe sınırları içersindeki Eyyup Nebi Köyü'nde bulunan Eyyup Peygamber'in türbesi, köyün kuzey yönün­deki höyüğün güney eteğinde, kendi adıyla anılan caminin doğusundaki mezarlık içersindedir. Oldukça harap bir durumda olan türbe, son yıl­larda Şanlıurfa Valiliği'nce tek kubbeli, beşgözlü revaklı ve revakların üzeri üç kubbe ile örtülü ola­rak yeniden inşa edilmiştir.
H. 1336 (m. 1918) tarihli Diyarbakır Vilâyet Salnâmesi'nde, türbenin kubbesinin çinko ile kap­landığı ve hademesine maaş bağlandığı kayıtlıdır.
Rahime Hatun Türbesi
Eyyup Peygamber'in ağır hastalığı ve uğradığı musibetler sırasında O'na büyük bir şefkat ve sa­bırla bakan hanımı Rahime Hatun'un mezarı Eyyup Peygamber türbesinin yaklaşık 500 m. kuzeybatı­sındadır. Kare planlı, tek kubbeli bu mütevazi me­zar anıtı köydeki diğer türbeler gibi, geçtiğimiz yıl­larda Şanlıurfa Valiliği'nce restore edilmiştir.
Elyesa‘ Peygamber Türbesi
Eyyup Peygamber türbesinin 500 m. güneybatısında yer alan ve oldukça harap bir durumda olan Elyesa‘ Peygamber türbesi, Şanlıurfa Valiliği'nce yeniden yaptırılmıştır.





Peygamberler şahri Şanlıurfa
Hz.İBRAHİM

Rüyasında hükümdarlığının elinden gittiğini gören Kral Nemrut'un bu rüyası kahinler tarafından: "... Bu yıl bir çocuk doğacak, senin putperest dinini ortadan kaldıracak ve Krallığına son verecek" şeklinde yorumlanır. Bunun üzerine Nemrut o yıl doğan ve doğacak olan bütün çocukları öldürtmeye karar verir. Hz. İbrahim' e hamile olan Nuna, hamileliğini herkesten gizleyerek Hz. İbrahim'i bir mağarada gizlice doğurur.
Hz. İbrahim bu mağarada 7 yaşına kadar herkesten gizlice yaşadı. 7 yaşından sonra mağaradan çıkarılıp baba evine getirilen İbrahim büyüyünce Nemrut ve halkının taptığı putlarla mücadele etmeye başladı. Gerçek tanrının putlar değil bütün kiiinatı yaratan tek Allah olduğunu anlatmaya çalıştı. Bunun üzerine Nemrut, Hz. İbrahim'i yakalatarak Urfa kalesinin bulunduğu tepeden ateşe attırdı. O anda Allah tarafından ateşe "Ey ateş İbrahim'e karşı serin ve selamet ol" emri verildi. Ateş su, odunlar balık oldu. Hz. İbrahim sağ salim olarak bir gül ba
hçesinin içerisine düştü.
Onun düştüğü yerde oluşan Halil-ür Rahman ve Aynzeliha gölleri ile içerisindeki balıklar bugün dünyanın her tarafından gelen insanlarca ziyaret edilmektedir. Ayrıca Hz. İbrahim'in doğduğu mağara, bu göllerin yakınındaki Mevlid-i Halil Camii içerisinde olup ziyarete açık tutulmak
.

Hz. EYYUB

Allah, Urfa' da yaşayan Eyyüb peygamberin kendisine bağlılığını göstermek için önce mallarını ve çocuk1arını elinden aldı ve daha sonra kendisine ağır bir hastalık verdi. Hasta yattığı mağarada bütün vücudunu kurtlar kapladı. Eyyüb peygamber bütün bunlara rağmen Allah'a isyan etmedi. Allah'a ibadetten geri kalmadı, sabır ve şükür gösterdi. Allah onun bu sabrına karşılık olarak sıhhatini ve malını geri verdi. Hz. Eyyüb bu nedenle sabır örneği olarak kabul edilir.
Hz. Eyyüb'un hastalık çektiği mağara ve kutsal suyu ile yıkanarak şifa bulduğu kuyu bugün Urfa'nın Eyyüb Peygamber semtinde ziyaret edilmektedir.
Hz. Eyyüb'ün mezarı, Urfa'nın Viranşehir ilçesine 20 km. uzaklıktaki Eyyüb Nebi köyündedir. Bu köy, bir peygamberler köyü gibidir. Eyyüb Peygamberin Türbesi, Hanımı Hz. Rahme'nin Türbesi ve Elyasa' Peygamberin vefat ettiği yer buradadır.


Hz. ELYASA



Elyasa' peygamber Eyyüb peygamberi ziyaret etmek ister. Uzun yıllar arar, sonunda bulunduğu yere yaklaştığını bilmemektedir. Karşısına şeytan çıkar. Daha çok uzakta olduğunu söyler. Elyasa peygamber yaşlanmıştır. Dua eder Allah ruhunu alır. 1 Km. kala O'na ulaşamadan vefat etmiş olduğu yer bu köydedir




Hz.ŞUAYB

Şuayb Peygamber'in Urfa'nın 85 km. doğusundaki tarihi Şuayb şehrinde yaşadığına inanılmaktadır. Bu tarihi kent kalıntıları arasındaki bir mağara ev O'nun makamı olarak ziyaret edilmektedir.


Hz. NUH

Tufandan sonra, Hz. Nuh'un gemisinin Urfa ile Ceylanpınar (Re'sulayn) arasındaki Cudi dağına indiğine inanılmaktadır. Bu dağ deniz dalgalarını andıran çok değişik bir yüzey şekline sahiptir. Yöre halkı bu konuda çok kesin kanaate sahiptirler. Bu yer Soğmatar ve Şuayb şehir ile aynı mevkidedir.
Ancak başka bir Cudi dağı da Urfa' nın güneyinde Nemrud'un tahtına 20-25 km. mesafededir. (Cudi şehri)

Hz. MUSA

Günümüzde Yağmurlu Köyü olarak adlandırılan tarihi Soğmatar kenti içerisinde, Hz. Musa'nın Kuyusu ve Asa' sının izi diye ziyaret edilen iki makamı vardır.






Hz. LUT

Hz. İbrahim'in kardeşi Harran'ın oğludur. Lut Hz. İbrahim ile birlikte göç etmiş ve peygamberlik ile görevlendirileceği Sodom'a gitmiştir. Urfa' da doğmuş ve ilk çocukluğu Hz. İbrahim ile beraber geçmiştir.
Onunla beraber Harran'da da yaşamıştır


Hz. YAKUP

Urfa' nın güney batısında Deyr Yakup - Nemrud'un Tahtı denilen yapıda misafir kalmıştır. Bu yer şehre 1O km. mesafededir.






ŞANLIURFA EL SANATLARI

EL SANATLARI

Şanlıurfa'nın geleneksel el sanatları Gümrük Hanı ve çevresindeki tarihi han ve çarşılarda icra edilmektedir. Bu sanatlardan önemli bir kısmı halen yaşatılmaktadır. Bir kısım sanatlar ise fabrikasyon üretime geçilmesi yada talep olmayışı nedeniyle günümüzde terk edilmiş durumdadır.
ABACILIK
Aba, el mekikli cülha tezgâhında deve yünün­den dokunan ve elbise üzerine giyilen bol bir giysi­dir. Aba, biçim olarak kürkü andırmaktadır. Erkek ve kadınlar için ayrı modellerde olan bu giysiler günümüzde kullanılmadığından dokunması da terk edilmiştir.

Harran Kapısı, Kaleboynu, Eyyûbiye mahallelerindeki tezgâhlarda icra edilen bu sanatın en eski ustaları Abacı Mustafa, Abacı İbrahim, Halil Yücetepe, Bakır Yücetepe, Said Baba, Bakır Bostancı, Mehmet Boz ve Mehmet Apaydın'dır.








AĞAÇ OYMACILIĞI


Evlerdeki ve Şanlıurfa Müzesi'ndeki kapı, pen­cere, dolap kanatlarına, sandık ve ayna gibi diğer ahşap eserlere bakıldığında ağaç oymacılığın Şanlıurfa'da çok eski ve parlak bir geçmişe sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Marangozluk sanatı Urfa'da "İnce Neccârlar" ve "Kaba Neccârlar" olmak üzere iki ayrı gruptaki us­talar tarafından sürdürülmektedir. Kaba neccârlar bugünkü Neccâr Pazarı denilen çarşıda halen sanat­larını sürdürmekte, ince Neccârlar ise, Karameydan mevkiinde bugünkü Postanenin ye­rinde bulunan Halkevi ile Yusuf Paşa Camii arasın­daki dükkânlarda çalışırlardı. Buradaki dükkanlar zamanla kapatılmışlardır.
Bugün tamamen terkedilmiş olan ağaç oymacı­lığı sanatından günümüze kalan ve eski Urfa evle­rini süsleyen değerli birer tablo güzelliğindeki süs­lemeli kapı ve pencere kanatlarını, Şanlıurfa Müzesi'nin toplama çalışmaları olumlu sonuçlar vermiş, ata yadigârı bu eserlerin en güzel örnekleri müzede toplanmıştır.







BAKIRCILIK

Urfa'daki tarihi geçmişi M.Ö. III. VE IV. yy. a kadar eskilere daya­nan bakırcılık sanatı 1960'lı yıllara kadar önemini korumuş, Kazancı Pazarı ve Hüseyniye Çarşıları'ndaki dükkânlarda çok sayıda usta tara­fından sürdürülmüştür. 1960'lı yıllarda alüminyum, plastik ve daha sonraları çelikten imal edilmiş fab­rikasyon türü mutfak gereçlerinin piyasaya hakim olması ile bu sanat önemini yitirmiştir.




1950'li yıllarda 100 iş yerinde 300 usta ve kalfa ile sürdürülen bakırcılık sanatı günümüzde 10 iş­yeri ve 30 civarında usta ile sürdürülmeye çalışıl­maktadır.
Şanlıurfa bakır işleri "dövme çekiç" tekniğiyle ün salmıştır. Urfalı bakırcı ustalarının bu teknikteki maharetlerinin tartışılmaz olduğu söylenmektedir. Son zamanlarda bazı genç ustalar tarafından "Kabartma Çekiç" tekniğine yönelinerek turistik amaçlı, tarihi yerleri ve özel amblemleri konu alan kabartmalı tepsiler, cezveler yapılmaya başlanmış­tır.
Eski bakırcı ustala­rının büyük bir kısmı Bakırcılık sanatı ile ilgili "Kazancı", "Kalaycı", "Bakır", "Bakırcı", "Örs", "Demirözü" ve "Döğücü" soyadlarını almışlardır.





CÜLHACILIK (BEZ DOKUMACILIĞI)
Yün ipliği, pamuk ipliği ve floş'un kamçılı tez­gâhın tek ayakla çalışan çeşidi olan "cakarlı" ve 2-4 ayakla çalışan çeşidi olan "çekmeli" tezgâhlarda do­kunarak "Yamşah" ("Neçek"-"Çefiye") ve "Puşu" gibi baş örtüsü, "Ehram" gibi kadın boy örtüsü ha­line getirilmesi sanatına Urfa'da "Cülhacılık" denil­mektedir.
Cülha tezgâhlarının kamçılı olmayan, yani me­kiği el ile atılan çeşitlerinde "Aba" (kadın ve erkek boy örtüsü) ve "Çaput Çul" (Kilim) dokunmaktadır. 30-40 yıl öncesine kadar Kamberiye Mahallesi'nde 100'e yakın kamçılı tezgâhta icra edilen Yamşah ve Neçek dokumacılığı (Cülhacılık) son zamanlarda önemini yitirmiş, tezgâh sayısı 5-6'ya düşmüştür.
1650 yıllarında Urfa'yı ziyaret eden Evliya Çelebi, Urfa'da pamuk ipliğinden kapı gibi sağlam bez dokunduğunu, bunun Musul bezinden daha güzel ve temiz olduğunu söylemektedir. Evliya Çelebi'nin sözünü ettiği bu bez, Urfalılar'ın "Kâhke Bezi" dedikleri bez olmalıdır.
1883 tarihli Halep Vilâyet Salnâmesi'nde Urfa'da 221 adet kumaş tezgâhının varlığından söz edilmiş olması dokumacılığın bu ilde çok önemli bir sektör olduğunu vurgulamaktadır.





ÇULCULUK (SEMERCİLİK-PALANCILIK)


At ve merkep gibi binek hayvanları üzerine atı­lan semerlere Urfa'da "Palan", bu sanatla uğraşan­lara da "Çulcu" (Palancı) denilmektedir. Eskiden deve üzerine atılan ve "Havut" denilen deve palan­ları da bu sanat koluna girmekte, bu işle uğraşan­lara "Havutçu" denilmekteydi. Deve neslinin git­tikçe tükenmekte olması, Havutçuluk sanatının gü­nümüzde tamamen kaybolmasına neden olmuştur.
Mevlevihâne'nin doğusunda yer alan ve "Çulcu Pazarı" denilen çarşıdaki 25-30 dükkânda çalışan çulcu esnafı 30-40 yıl önce çarşıyı tamamen terkede­rek "Kürkçü Pazarı" na taşınmıştır. Bu sanat günü­müzde Çulcu Pazarı'ndaki 3-5 dükkânda yaşatıl­maktadır.





DEBBAĞLIK




Büyükbaş hayvancılığın yaygın olduğu Şanlıurfa'da, Debbağlık sanatının geçmişi çok eski­lere dayanmaktadır. Bu sanat günümüzde fabrika türü derilere yenik düşerek tamamen terkedilmiş bir durumdadır.
Gön debbağlığı ve deri debbağlığı olmak üzere iki bölüme ayrılan bu zenaatın her bölümü ayrı debbağhânelerde ve ayrı ustalar tarafından icra edi­lirdi.





I- Gön Debbağlığı: Eski Et ve Balık Kurumu'nun batısındaki Aşağı Debbağhâne (Ahırvan) denilen yerde yapı­lırdı. Bu debbağhâne, halen muhafaza edilmektedir.
Öküz, İnek ve Deve gibi büyükbaş hayvanların derilerinin işlenmesine "Gön Debbağlığı", bu sanatı yapanlara da "Göncü" denilmektedir. Buradaki gön kelimesi kösele anlamında olmayıp, kalın deri an­lamındadır. Bu deri, postallarda yüz ve astar olarak kullanıldığı gibi sarraçlıkta da kullanılmaktadır.


II- Deri Debbağlığı: Çakeri Camii'nin doğusunda yer alan ve günü­müzde gecekondularla işgal edilmiş olan "Yukarı Debbağhâne" denilen yerde yapılırdı.
Koyun ve keçi gibi küçük baş hayvanların deri­lerinin işlenmesine "Deri Debbağlığı", bunları işle­yenlere de "Debbağ" denilmektedir. Gön denilen kalın derilere nazaran daha ince olan bu deriler postal ve ayakkabılarda astarlık deri olarak kulla­nılmaktaydı.


KAZZAZLIK

İpek ipliğin el ile bükülerek işlenmesine "Kazzazlık" denilmektedir. "Kazzaz Pazarı" denilen kapalı çarşıda (Bedesten) eskiden 30-40 dükkânda sürdürülen bu tarihi sanat günümüzde aynı çarşı­daki bir iki usta tarafından yaşatılmaya çalışılmak­tadır.
100-150 yıl kadar önce ipekçilik Urfa'da önemli bir sektör durumundaydı. Bugün Urfa bahçelerinde görülen çok sayıdaki dut ağacının zamanında ipek böcekçiliğinde kullanıldığı, yaşlılar tarafından söylenilmek­tedir.


KEÇECİLİK
Bu tarihi ata sanatı, Şanlıurfa'da Keçeci Pazarı denilen eski çarşıda ve çevresindeki hanlarda sür­dürülmektedir.
Eyvana serdim keçe
Nêçe bir ömrüm geçe
Acep o gün olur mu
Yarim elime geçe,

dizeleriyle Şanlıurfa türküle­rine konu olan keçe, çocuk oyunlarına da "Ya şun­dadır, ya bundadır, keçe külah şunun bunun başın­dadır" tekerlemesiyle geçmiştir.
Fakçı Mustafa, Deveci Abo, Deveci ısa, ısa Karcı adları bilinen ve bugün hayatta olmayan en eski ke­çeci ustalarıdır. Horasanlı Hacı, Hayati Usta ve Hacı Osman günümüzün yaşlı ustalarıdır.


Keçenin Doğuş Öyküsü
Şanlıurfalı genç keçeci ustalarından Salih Karcı, bu sanatın mucidinin Ebu Said Libabid (Libabid: Arapça Keçenin çoğuludur) adında bir zat oldu­ğunu ve keçeyi nasıl icad ettiğini şöyle anlatmakta­dır.
"Ebu Said Libabid bugün bizim yaptığımız gibi keçeciliğin bütün işlemlerini yerine getirmiş, ayakla tepme işleminden sonra açtığı keçenin yünlerinin biribirine kaynaşmadığını ve çabuk dağıldığını görmüş. Tepme süresinin az olduğu kanaaatine va­rarak tepmeye devam etmiş. Ancak bir daha açtı­ğında yünlerin kaynaşmadığını yeniden gözlemiş­tir. Tepme işine 40 gün devam eden Ebu Said, yine başaramayınca üzüntüsünden ağlamaya başlamış. Hem ağlayıp hem tepmeye devam ediyormuş. Keçeyi açtığında göz yaşlarının düştüğü yerlerdeki yünlerin kaynaştığını büyük bir sevinçle farketmiş ve böylece tepme işlemi sırasında yüne su vermek gerektiğini öğrenmiştir."


KÜRKÇÜLÜK
Hayvan kürklerinin işlenerek giysi haline geti­rilmesi insanlık tarihinin en eski sanatlarından bi­ridir. Ana rahminde ölen, ya da en fazla 5 aylık iken ölen kuzuların tüylü derilerinden yapılan düz ya­kalı (yakasız), dış kısmı "Şakaf" denilen siyah ku­maşla kaplı aba gibi bolca giysiye Urfa'da Kürk denilmektedir. Urfa'ya has olan bu giysi, Anadolu'da Urfa dışında başka bir yerde yapılma­maktadır. Bilhassa kış aylarında yaşlı ve orta yaşlı kimseler tarafından giyilir. Dükkânlarında camekân bulunmayan esnafın büyük bir kısmı kürklerine sarılarak soğuktan korunmaktadırlar.





SARAÇLIK

"Kösele" denilen kalın deri ve normal ince deri ile hayvan koşum takımları, kemer, silah kılıfı, mermi kılıfı, çanta gibi avcı gereçlerinin yapıldığı sanata Saraçlık, bu işle uğraşanlara da Saraç denil­mektedir.



Atçılık ve At'a verilen önem dolayısıyla Saraçlığın eski Türk sanatları arasında önemli bir yeri vardır. Şanlıurfa'da ünlü Arap atlarının yetiş­tirilmiş olması, saraçlık sanatının önemini arttırmış ve bu sanata büyük ilgi duyulmasına sebep olmuş­tur.








1650 yıllarında Urfa'yı ziyaret eden Evliya Çelebi, Urfa'daki saraçlıktan bahsederek saraçhane­sini şu cümlelerle anlatmaktadır: " .... Saraçhanesi İbrahim Halil Irmağı kıyısındadır. Onun için Bağdat serdabı gibi soğuk su ile sulanmış anayolun iki tarafı ma‘mur ve güzel, mevsiminde türlü çiçek­lerle süslü olup geçenlerin içini açar. Oralarda bü­tün bilgi sahiplerinin toplandığı, dinlendiği yerler vardır."
Evliya Çelebi'nin sözünü ettiği saraçhânenin yeri kesin olarak bilinmemektedir. Bu sanat, günümüzde Hüseyniye Çarşıları yakınındaki "Saraç Pazarı" de­nilen çarşıda sürdürülmektedir. Eskiden 15-20 dük­kânın yer aldığı bu çarşıda günümüzde 3-4 dükkân bulunmaktadır. Bilhassa At'ın toplum hayatındaki yerini kaybetmiş olması Saraçlık sanatının gerile­mesine neden olmuştur.

TARAKÇILIK
Şanlıurfa'nın geleneksel el sanatlarından olan ta­rakçılık, günümüzden 50-60 yıl öncesine kadar Eski Arasa Hamamı ile Hoca Abdülvahit Camii arasında kalan çarşıdaki 20 kadar dükkânda icra edilirdi. Fabrika türü plastik tarakların imal edilmesiyle önemini yitiren bu sanatın son ustası Şıh Müslüm Özbal'dır.
Tarakçı Bakır, Tarakçı Mehmet ve Tarakçı ımam, bu sanatın 30-40 yıl öncesinin tanınmış ustalarından idi.
Şanlıurfa'da tarak; deve'nin bacak kemiğinden, annep, armut ve iyi cins ceviz ağacından yapıl­maktadır.

Kaynak:

6 yorum:

Adsız dedi ki...

nasılsın hocaa:)bayağıdır ortalarda yoksun:)

mersav dedi ki...

öyle oldu yaa:) blogcu sorunları yüzünden artık burdayım öncesinde sınavım vardı uzun zaman yoktum malesef
umarım herşey gönlüncedir:)

Adsız dedi ki...

Allaha şükür iyiyiz..evet yaa blogcu saçmaladı bua aralar bende geçecektim ama alışmak zor sökemedim bunu:)..

mersav dedi ki...

bende alışmak zor diyordum ama alıştım artık, blogcuya göre daha karmaşık bi yapısı var gibi ama göründüğü gibi değil yaşaman lazım:P ehehe

Adsız dedi ki...

hehh.. ya bişe dicem şimdiden özür diliyorum... ya ben bu yorumnu yazanda bayan olduğunu zu bilmiyodum.. 1 hafta önce farkettim:Dgerçekten özür dilerim...:D

mersav dedi ki...

heheh valla çok şaşırdım özür dilemene gerek yok hemşeriyiz şurda:)))) hoca demendede bi sorun yok samimi:))) ben kullanırım genelde yadırgamadım;)